şiir siir şiirler siirler vesaire

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Pazar

Günlerden pazar
Yalnızlığın vakti sabahtan başlar
Kuru kalabalıklar
Kaldırımlarda yürür ve yavaşlar

Bugün günlerden pazar
Bugün toplu tatildeyiz
Savaş baltalarını gömdük
Ya da bilemekteyiz

Diğer pazarlardan güneşlisi
Sahili arşınlamakta insan ve oğlu
Kargaşasında buharlaşmakta kimlikler
Yalnız kalabalıklarla doludur
Karaköy, Bebek, Beyoğlu

Bunaldım beyler
Kurudu çeşmelerim kurnaları
Başımdan açılın çekilin yeter
Tüm nebat ve böcekler gelin
Gelin dağıtın kalabalıkları


30 Nisan 2009 Perşembe

Gemiler, Sular

Bazen su götürür gemiyi, bazen geminin peşi sıra sürüklenendir su.
Ufuktan aşağı kayarlarken yekvücud olmuşlardır artık. Fırtına da
ufkun ötesinin çocuğudur, özgürlük gibi. Oralarda tepeden kayan
bulutların kimden haber getirdiğini bir tek derin sular bilir.
Fırtına da kopmalıdır; huzuru tek mutluluğu bilmesin yolcu.
Bulutların arasından güneş de yükselmelidir; yolculuğu çilehanede gün
doldurma sanmasın.
" Yarın,elbet bizim, elbet bizimdir
Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir. "

İnsan bu, bilir de duramaz bazen. Fırtınadır yolculuk der,
kabustur bu gemi der. Aklına gelen herşeye küfreder. Dalgaların
sesiyle rüyalara daldığı günleri unutur. Vuslatı unutur, kendini
unutur. "Su insanı boğarmış" der. Derin suların üstündeki fındık
kabuğunda, cesedinin derin sularla bir olduğunu unutur. Kırar, döker
ve yorulur. Yalnızlığın yükü çökmüştür geceyle üzerine.
" Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz? "

Güvertenin temizlik vakti, sintineyi boşaltma vakti, oltayı
bekleme vakti ve tüm vakitler... Susuzluk korkusu elleri göğe
yükseltir, açlık ise olta başında uzun saatler geçirmeyi. Karnı
dolunca ne çabuk unutur yolcu... Unutkan olmayanların çoğu ise toktur
zaten, ve hüneri kendilerinde bilirler. Ah Aynalı Baba ah...

Uçsuz bucaksız suların martıları da vardır. Colombus'a kıyıyı
gösteren martılar değildir bunlar, kıyıyı bilen de yoktur. Doğrusu
giden ve dönen. Martılara bilinmezi sorar, gülüp geçerler. Ya yok
olayım, ya da... Susar, susmadan yanan yüreğinden ' Bari kanatlarım
olsaydı, katılaydım onlara' diye geçirir son. Yaşlanan gözleri,
gençliğine taş çıkarırcasına efendisi ruhunun 'ab-ı hayat'ını
aramaktadır ufukta.
" Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar. "

Rüyalarında bir tek toprak vardır artık yolcunun, tek nefeste tüm
kokusunu çekmek ister onun. Güneşte yanan tenine merhem olmuyordur
niceleri su; sonsuzun yolculuğunda hiçliği öğrenmiştir. Hayal meyal
hatırladığı, denizlere açıldığı limanı özlemiştir.
" Ne bir kıyıdan eser, ne bir ışıktan eser,
Sulardan daha derin, yolun karanlıkları.
Dalgalar, yürüyünüz, arayalım beraber,
Başımızı dövecek yalçın kayalıkları. "

10 Şubat 2009 Salı

Yol

Oturdum
Oturmaktayım
Sanki bin yılların uykusu sarmış bedenimi
Ruhlar bana doğru sesleri yakın
Sakince
Bekliyorum

Ne zaman doğmuştum ki şimdi ölüyorum
Yarın olsa ne farkeder ayrı konu
Ne zaman yaşadım ben
Ben yaşadım mı
Hatırlamıyorum

Bir bebek vardı
Bebekken bir ruya
Kendi kendime konuşurdum evet

Evlenmiş miydim peki sevmiş miydim de
İş yapar mıydım işe yarar mıydım
Biri sevmiş miydi beni

Ne zaman ateşim söndü
Hep boşluk muydu etrafım
Boşuna mıydı aldığım verdiğim nefes
Caddeler yollar ve evler
Kavgam kendime
Ve tek başıma

Durun
Hele durun bir
Ben kimdim
Bana soracaklardır bunu
Biliyorum

1 Şubat 2009 Pazar

Eski bir yazımdan...

"...Derken bir kelebek kanat
çırptı bir yerlerde, camdan yapılmış bir kule gibi "gaia" çöküverdi.
Tam da "dem bu demdir" demişti Yonca, tam da rüya tefsirlerini
okumaya çalışıyordum ağırdan. "An bu andır" deyip bir de yazı
karalamıştım ki post tuşunun send tuşuna hile ile galebe gelmesi ile
kayboldu sanalın derinliklerinde. Ha bi daha dedim, "an o an" değildi.

Alev Hanım lütfedip açıklayıcı bir yazı göndermişler, sağ olsunlar.
Asya'nın gök tarafından döllenmesi olayının kesin olarak ırki ya da
coğrafi algılamama gerektiğine dair. Ki gerçekten de öyle
düşünüyorum, yanlış anlatmışım ki yanlış anlaşılmış.

Hiç birimiz diğerimizin tıpkısı değiliz. Her birimizin ayrı
patikası var ömrünce gideceği. Lakin bir an geliyor, meydanda kılıç
kuşanan iki safa indirgeniyor. Ve farklı patikanın insanları
saflarını seçiyorlar o an. Zamanın tükettiği ömürler, safların
tükettiği ömürler, bir safı seçememenin tükettiği ömürler, yatakta
son bulan ölümler; yiğitlerin hiç hazzetmediği, kısacası ölümün hiç
ıskalamadığı biz ölümlüler. An bu yüzden "bu andır" mı acaba, yazım
bitinceye dek o "an" dan eser kalacak mı? Ölmek mi her işimize telaşı
sokan neden? Yoksa yarın ve sonraki günlerin "The final countdown"
olması mı bizi böylesine korkutan düşüncesiyle bile.

Her yer karanlık... Geri sayımın sonu. delta-t lerin hepsini
tüketmişim. Sonsuz küçükleri sonsuz kere toplamak matematikteki gibi
bize sonsuz ömür vermiyormuş meğer. Yedi tane minicik fotonu dahi
algılayabilip beyne iletebilen sinirlerim ve gözlerim için demler
bitmiş. Nice sorup da cevabını bulamadığım/bilemediklerimi üstüme
toprak atanlara miras bırakmışım, kime ne? Dostumun gözünden dökülen
yaşlar toprağa değerken yarın öbür gün doğacak sevinçlerin tohumları
da saçılıyor. Demlerin hepsi onlara miras artık. Belki
şimdi "gerçekten" değil bunlar, lakin rüya da değil. Hiç ölümlü bir
gerçek olur mu?"