Şiirler ve diğerleri

şiir siir şiirler siirler vesaire

27 Kasım 2018 Salı

Huysuzun Yaşlanması


Canımızı sıkan durumlarda anlarız
Yalnızlığın can sıkıcı olduğunu.
Rehberde aramak istediklerinin çok, arayabildiklerinin az olduğunu.
Ve onlara da pek bir şey söyleyemediğini,
Eşine, kardeşine ve aklına kim geldiyse o an, ona bile.
Dostum dediklerini de arayamamışsındır, 
"Saat biraz geç değil mi?"
Saat biraz değil çok geç ise 
Ve arayamıyorsan dost demek küfür değil de ne?

Uzaklarda bir yerde, sakin güvenli karenden uzaklarda isen bir de
Kavgasız sokaklar, suçu az şehirler, sakin bir akşam ve herkesin işinde olması
Huzursuzluğunu geçirmiyor
Aksine arttırıyorsa
Hissettiğinin iki katı zaman geçivermiş ve aklına vuruverdiyse birden,

Pek bir bok da olamadıysan kendine


Uzaktaki vakitlerinin bitmesine az kaldıysa,
Ve kafan o an uzak ya da yakın tüm kalan zamanların tik taklarının azaldığına aydığın an olursa

Uzaktan silüete bakanlar buna, 
Bir huysuzun yaşlanması derler.

Sen ise isim koyamazsın kendine

25 Mayıs 2010 Salı

Durmaksızın

Yürüyorum
Durmaksızın
Kaybolmakta ufuka bir şehir
Yeminliyim
Durmaksızın yürüyorum

Vasiyetim cebimde mirasım geride yürüyorum
Güzel bir oyun ettim
El eteğimi
Dostlarımın üzerine

Çizgi çektim gidiyorum

Avazına susuyorum
Börtü böcek benden gelecek talimatı beklemekte
Bende sukunet
Geçtiğim yolları ateşe veriyorum

Unuttuğum şafak vakti
Hasbıhal için durduruyor zamanı
Varislerim yetişiyor
Vasiyetimi çiğniyorum

Artık tenhalanır etraf
Ve açılır bana tüm yollar
Söz verdim deseler neden
Susuyorum yürüyorum

Değişti dünya
Ve pastel boyaları
Griye çalan tüm bir deniz bedenimde
İşte gök yokoluyor
Kimse duymayacak çünkü susuyorum

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Pazar

Günlerden pazar
Yalnızlığın vakti sabahtan başlar
Kuru kalabalıklar
Kaldırımlarda yürür ve yavaşlar

Bugün günlerden pazar
Bugün toplu tatildeyiz
Savaş baltalarını gömdük
Ya da bilemekteyiz

Diğer pazarlardan güneşlisi
Sahili arşınlamakta insan ve oğlu
Kargaşasında buharlaşmakta kimlikler
Yalnız kalabalıklarla doludur
Karaköy, Bebek, Beyoğlu

Bunaldım beyler
Kurudu çeşmelerim kurnaları
Başımdan açılın çekilin yeter
Tüm nebat ve böcekler gelin
Gelin dağıtın kalabalıkları


30 Nisan 2009 Perşembe

Gemiler, Sular

Bazen su götürür gemiyi, bazen geminin peşi sıra sürüklenendir su.
Ufuktan aşağı kayarlarken yekvücud olmuşlardır artık. Fırtına da
ufkun ötesinin çocuğudur, özgürlük gibi. Oralarda tepeden kayan
bulutların kimden haber getirdiğini bir tek derin sular bilir.
Fırtına da kopmalıdır; huzuru tek mutluluğu bilmesin yolcu.
Bulutların arasından güneş de yükselmelidir; yolculuğu çilehanede gün
doldurma sanmasın.
" Yarın,elbet bizim, elbet bizimdir
Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir. "

İnsan bu, bilir de duramaz bazen. Fırtınadır yolculuk der,
kabustur bu gemi der. Aklına gelen herşeye küfreder. Dalgaların
sesiyle rüyalara daldığı günleri unutur. Vuslatı unutur, kendini
unutur. "Su insanı boğarmış" der. Derin suların üstündeki fındık
kabuğunda, cesedinin derin sularla bir olduğunu unutur. Kırar, döker
ve yorulur. Yalnızlığın yükü çökmüştür geceyle üzerine.
" Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz? "

Güvertenin temizlik vakti, sintineyi boşaltma vakti, oltayı
bekleme vakti ve tüm vakitler... Susuzluk korkusu elleri göğe
yükseltir, açlık ise olta başında uzun saatler geçirmeyi. Karnı
dolunca ne çabuk unutur yolcu... Unutkan olmayanların çoğu ise toktur
zaten, ve hüneri kendilerinde bilirler. Ah Aynalı Baba ah...

Uçsuz bucaksız suların martıları da vardır. Colombus'a kıyıyı
gösteren martılar değildir bunlar, kıyıyı bilen de yoktur. Doğrusu
giden ve dönen. Martılara bilinmezi sorar, gülüp geçerler. Ya yok
olayım, ya da... Susar, susmadan yanan yüreğinden ' Bari kanatlarım
olsaydı, katılaydım onlara' diye geçirir son. Yaşlanan gözleri,
gençliğine taş çıkarırcasına efendisi ruhunun 'ab-ı hayat'ını
aramaktadır ufukta.
" Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar. "

Rüyalarında bir tek toprak vardır artık yolcunun, tek nefeste tüm
kokusunu çekmek ister onun. Güneşte yanan tenine merhem olmuyordur
niceleri su; sonsuzun yolculuğunda hiçliği öğrenmiştir. Hayal meyal
hatırladığı, denizlere açıldığı limanı özlemiştir.
" Ne bir kıyıdan eser, ne bir ışıktan eser,
Sulardan daha derin, yolun karanlıkları.
Dalgalar, yürüyünüz, arayalım beraber,
Başımızı dövecek yalçın kayalıkları. "

10 Şubat 2009 Salı

Yol

Oturdum
Oturmaktayım
Sanki bin yılların uykusu sarmış bedenimi
Ruhlar bana doğru sesleri yakın
Sakince
Bekliyorum

Ne zaman doğmuştum ki şimdi ölüyorum
Yarın olsa ne farkeder ayrı konu
Ne zaman yaşadım ben
Ben yaşadım mı
Hatırlamıyorum

Bir bebek vardı
Bebekken bir ruya
Kendi kendime konuşurdum evet

Evlenmiş miydim peki sevmiş miydim de
İş yapar mıydım işe yarar mıydım
Biri sevmiş miydi beni

Ne zaman ateşim söndü
Hep boşluk muydu etrafım
Boşuna mıydı aldığım verdiğim nefes
Caddeler yollar ve evler
Kavgam kendime
Ve tek başıma

Durun
Hele durun bir
Ben kimdim
Bana soracaklardır bunu
Biliyorum

1 Şubat 2009 Pazar

Eski bir yazımdan...

"...Derken bir kelebek kanat
çırptı bir yerlerde, camdan yapılmış bir kule gibi "gaia" çöküverdi.
Tam da "dem bu demdir" demişti Yonca, tam da rüya tefsirlerini
okumaya çalışıyordum ağırdan. "An bu andır" deyip bir de yazı
karalamıştım ki post tuşunun send tuşuna hile ile galebe gelmesi ile
kayboldu sanalın derinliklerinde. Ha bi daha dedim, "an o an" değildi.

Alev Hanım lütfedip açıklayıcı bir yazı göndermişler, sağ olsunlar.
Asya'nın gök tarafından döllenmesi olayının kesin olarak ırki ya da
coğrafi algılamama gerektiğine dair. Ki gerçekten de öyle
düşünüyorum, yanlış anlatmışım ki yanlış anlaşılmış.

Hiç birimiz diğerimizin tıpkısı değiliz. Her birimizin ayrı
patikası var ömrünce gideceği. Lakin bir an geliyor, meydanda kılıç
kuşanan iki safa indirgeniyor. Ve farklı patikanın insanları
saflarını seçiyorlar o an. Zamanın tükettiği ömürler, safların
tükettiği ömürler, bir safı seçememenin tükettiği ömürler, yatakta
son bulan ölümler; yiğitlerin hiç hazzetmediği, kısacası ölümün hiç
ıskalamadığı biz ölümlüler. An bu yüzden "bu andır" mı acaba, yazım
bitinceye dek o "an" dan eser kalacak mı? Ölmek mi her işimize telaşı
sokan neden? Yoksa yarın ve sonraki günlerin "The final countdown"
olması mı bizi böylesine korkutan düşüncesiyle bile.

Her yer karanlık... Geri sayımın sonu. delta-t lerin hepsini
tüketmişim. Sonsuz küçükleri sonsuz kere toplamak matematikteki gibi
bize sonsuz ömür vermiyormuş meğer. Yedi tane minicik fotonu dahi
algılayabilip beyne iletebilen sinirlerim ve gözlerim için demler
bitmiş. Nice sorup da cevabını bulamadığım/bilemediklerimi üstüme
toprak atanlara miras bırakmışım, kime ne? Dostumun gözünden dökülen
yaşlar toprağa değerken yarın öbür gün doğacak sevinçlerin tohumları
da saçılıyor. Demlerin hepsi onlara miras artık. Belki
şimdi "gerçekten" değil bunlar, lakin rüya da değil. Hiç ölümlü bir
gerçek olur mu?"

21 Aralık 2008 Pazar

Noktalıvirgül

İzinden
Kayan yıldızlar gibi
Parlak ve bir an
Göklerin büyüsü
Senin izinden
İzninle
Geleceğim

Teninden
Yeni doğan gibi
Pak sade parlak
Mucizenin kokusu
Teninde
Bileceğim

Düğümden
Her şeyi bilip beni bilip
Benim bir bilemeyip
Bildiğim gibi olmayıp
Yine de bildiğimden
Tek senden
Yalnız senden
Hayat denen
Düğümden çözeceğim

Kalmayacak şiir
Kalmayacak mana ve sır
Yetersiz bilgi
Ve hiç bir kir
Günahlarım kalmayacak
Olmayacak hiç bir şüphe
Gözyaşlarım cansuyum
Pişmanlığım ocağım
Yoldaşım hüznüm kuruntum yokluğum umudum hezeyanlar ve fikir
Kalmayacak

Şiir sensin
Bileceğim